5 Temmuz 2007 Perşembe

haziran

oha haziran'da hiçbişey yazmamışım lan.

20 Mayıs 2007 Pazar

das kapital

efendim geçen yazımda anlatayım dedim madem anlatayım.

ben elim kırık evde yatarken (evet üç hafta boyunca hiç kalkmadım, yersen :)) bol bol televizyon seyrettim. derken televizyonda ne zamandır katılmak isteyip de bi türlü katılamadığım bir yarışmanın ilanını gördüm. hani şu orijinalinden türkçe'ye çevrilirken büyük ödülünün yarısı kırpılan, sonra bir daha da enflasyondan etkilenmediği yetmiyormuş gibi bir de ytl'ye geçiş esnasında alt ödüllerinin de yarısı kırpılan kim beş yüz bin ister yok mu? ona.

hemen aradım, hızlı hızlı cevap verdim felan. neyse raporluluk bitti, çalışmaya başladım, işe döndüm, üç hafta geçti, bir cuma akşamı eve gelip de duştan çıktıydım ki, şak diye arandım. yarışmacı olacakmışım salı günü bekliyorlarmış...

hafta sonu geçmek bilmedi tabi. 16 bin olursa arabayı aradan çıkarmalar, 32 bin olursa daha da güzel bi araba çekmeler alta, efem 64 bin olursa evin peşinatına yatırıp krediye girmeler, 128 bin olursa hem ev hem arabayı bir kalemde silmeler, haluk bilginer'le ilk konuşmanın provaları, "bir tanecik fotoğraf makinesi istiyordum, ama bir türlü paraya kıyıp alamamıştım, önce onu alırım, sonra da artık ne gelirse onu yaparım" diycektim haluk abi'ye, tiyatroyla uğraştığımı, adını şimdi hatırlayamadığım bir oyununun seyirciye açık genel provasını seyrettiğimi, o oyunda acayip hatalar yaptıklarını ama çok keyifli olduğunu söyleyecektim, "dolu düşün boş konuş mu?" diyecekti, "hay yaşa" diyecektim. yarışmadan sonra haluk abi yanıma gelecekti, "moloszcum" diyecekti, "ya bizim x dizide bir bölümlük süper bir rol var, sen oynasana" diyecekti, "ne diyosun sen abi, bu benim için bir onurdur" diyecektim. paraya kavuştuğum gibi, şöhrete de kavuşacaktım, email bekleme işimden ayrılıp setlerin aranan adamı olacaktım. istediğim gibi bir hayata kavuşacaktım.

yarışma sabahı auris fotolarını inceledim falan. ahahah konulara göre beş ayrı arkadaşla anlaştım. her şey tamdı.

neyse stüdyoya gittik, yönetmen asistanlarının kontrolüne girdik, gelene makyaj yapıyolar, sözleşmeler imzalanıyor falan. "saat beş yarışmasının yarışmacıları bunlar mı" falan diyorlar, günlük işlerinin bir parçasıyız onların, ama benim de hayatımın değişmesine ramak kalmış. öyle tuhaf. öyle umursamazlar. ama haklılar niye umursasınlar ki.

yarışmacılar olarak da gerginiz. birbirimize uyuz davranıyoruz. ama kaç saat beklediğimizin haddi hesabı yok, e tabi arada alışıyoruz.

bir avukat abi var, bi tane de memur, ama o yaşıtım falan. sohbet ediyoruz. "aman" diyorlar "ya sıra size gelirse düşünmek için öyle zaman harcamayın, bişey bilmiyosan, bişey de yapamıyosan, bırakın da sıra diğerine gelsin". uzlaşıyoruz bu konuda.

içeriye giriyoruz birkaç saat sonra. sıralama sorusu provasının birini bu memur, diğerini avukat abi kazanıyor, ben ikinciyim ikincisinde falan. üçüncü kez sıra gelse çakacam yani, o derece.

yarışma faslına geçiliyor. önceki programdan yarışmacı kalmış. adam altıncı soruda daha, bir joker kullanmış, sonraki iki soruda da joker kullanıyor, ama son soru "atatürk'ün kalpaklı fotoğrafının kabartması hangi madeni paradadır", çocuk bankacı abiye soruyo jokerle ama eleniyor. bankacı abinin eline bozuk para geçmiyo ki hiç.

sonra avukat abi kazanıyo sıralamayı, 16 bin'e çıkıyor ama 8 bin'e geri düşüyor.

ondan sonra da memur kazanıyo sıralamayı. o da 3 bin'e gelebiliyor anca.

aha bi sıralama daha var bu sefer koyacam çocuğu diye yumuluyoruz joystick'e ama süre bitiyor. o muhabbeti koyacağım haluk abi hepimizin elini teker teker sıkıyor, bi "abi" diyemiyorum.

abimle kapitalizmin bize sunduğu hayallerden başakşehir'e doğru yola çıkıyoruz. acıkmışız. evde yemek var ama biz burger king'e gidiyoruz. ertesi gün de iş var zaten...

18 Mayıs 2007 Cuma

devuaaaam

öncelikle bir süredir yazılarımdan ayrı kaldığım için blog okuyucularımdan özür dilerim (bi milyon kullanıcın var ya anasını satayım)

elim iyileşti artık, birazcık şişlik kaldı ama idare ediyorum. bir de maçlara bağladım kendimi haftada iki üç maç yapıyorum bazen. deli gibi koşuyorum, goller atıyorum, attırıyorum filan, hiçbir zaman oynamadığım kadar güzel oynuyorum maçlarda. bir sonraki maç için sabırsızlanıyorum falan. öyle işte.

hayat öööyle devam ediyor yani, pek ilginç bişey olmadı sanki... aslında oldu yaaa milyarlar (şu ytl'ye bi alışamadık var ya) dağıtılan bir yarışmadan elim boş döndüm, bir ara anlatayım bari onu da...

3 Nisan 2007 Salı

kendi eline yabancı olmak.

bugün sol elimde üç haftadır duran alçı alındı. içinden üç haftadır görmediğim, diğer elimin yaklaşık iki katı kalınlıkta, alçı, kıl, tüy kalıntıları üzerinde duran; parmak araları soyulmuş ve kızarmış, yer yer pembeleşmiş; şişirilmiş bir eldiven gibi duran bir el çıktı.

"bu el benim mi gerçekten?" diye düşündüm önce. üç hafta önce sabah kalktığımda ötekiyle aynı şekil ve boyuttaydı. gayet sağlıklıydı. içinde hayali bir "el çalıştırma halkası" varmış gibi kaskatı durmuyordu, sağlıklıydı, yumruk yapılabiliyordu. adamın gözünün üstüne bi tane koydun muydu oturtabiliyordu. (bu cümleyi de koyduk ya, sanki her hafta üçer beşer kişi dövüyoruz anasını satiim, nasolsa fotoğraf yok, salla sallayabildiğin kadar).

sonra işyerime gidip, email atıp email beklemekten oluşan işime üç haftadan sonra yeniden başladım. yavaş yavaş emaillere cevap vermeye, benden aksiyon bekleyen, başkalarından aksiyon beklediğim, ve hiç zükümde bile olmayan konuları birbirinden ayrıştırmaya başladım. acil bir işim yoktu, sakin bir gün geçirdim.

sol elimle de yaptığım konuşmada, "kendisinin en kısa zamanda eski performansına gelmesini beklediğimi, kendisini başlarda çok yormayacağımı, ama eski sağlığına kavuşması için yavaş yavaş çalışmaya başlaması gerektiğini" anlattım kendisine. beni üzmedi, klavyenin bir ucundan tuttu sağ olsun. c'ye basarken kasıyor biraz ama olsun. çay içirmeyi de başardı bana. tebrik ediyoruz kendisini burdan.

sakalları kestirdim, adama döndüm, banyo yaptım, bir saat sürmüştür en az, özlemişim. yeğenimi kucağıma almayı çok özlemiştim, iki koltuk altından tutup, alırken biraz acıdı elim, babam "acıdıysa alayım" dedi, ama yok vermedim...

21 Mart 2007 Çarşamba

bılok

ben geçen pazartesi günü, her sabahki gibi servise koştururken, kaldırıma takılıp yere yapıştım.

takıldığım anda düşeceğimi düşünmemiştim. nasıl oldu bilmiyorum, ama kendimi burnumun üstünde buldum. kalktım, burnumun kaşımla birleştiği yerden kan damladı, ama elim daha çok ağrıyordu.

servis gözümün önünde benden umudu kesip, hareketlendi. servisçiyi arayıp düştüğümü ve beni beklemelerini söyledim.

sol elimdeki ağrı bir kırıktan kaynaklanıyordu. ahan da bu kemik. burnuma da dikiş atıldı. beş tane. şimdi evdeyim. 10 gündür. 10 gün daha evdeyim kısmetse. en güzel yanı da bu.

bılok'a gelince; ne zamandır istiyodum, yaptım.... hayırlısı bakalım.