bugün sol elimde üç haftadır duran alçı alındı. içinden üç haftadır görmediğim, diğer elimin yaklaşık iki katı kalınlıkta, alçı, kıl, tüy kalıntıları üzerinde duran; parmak araları soyulmuş ve kızarmış, yer yer pembeleşmiş; şişirilmiş bir eldiven gibi duran bir el çıktı.
"bu el benim mi gerçekten?" diye düşündüm önce. üç hafta önce sabah kalktığımda ötekiyle aynı şekil ve boyuttaydı. gayet sağlıklıydı. içinde hayali bir "el çalıştırma halkası" varmış gibi kaskatı durmuyordu, sağlıklıydı, yumruk yapılabiliyordu. adamın gözünün üstüne bi tane koydun muydu oturtabiliyordu. (bu cümleyi de koyduk ya, sanki her hafta üçer beşer kişi dövüyoruz anasını satiim, nasolsa fotoğraf yok, salla sallayabildiğin kadar).
sonra işyerime gidip, email atıp email beklemekten oluşan işime üç haftadan sonra yeniden başladım. yavaş yavaş emaillere cevap vermeye, benden aksiyon bekleyen, başkalarından aksiyon beklediğim, ve hiç zükümde bile olmayan konuları birbirinden ayrıştırmaya başladım. acil bir işim yoktu, sakin bir gün geçirdim.
sol elimle de yaptığım konuşmada, "kendisinin en kısa zamanda eski performansına gelmesini beklediğimi, kendisini başlarda çok yormayacağımı, ama eski sağlığına kavuşması için yavaş yavaş çalışmaya başlaması gerektiğini" anlattım kendisine. beni üzmedi, klavyenin bir ucundan tuttu sağ olsun. c'ye basarken kasıyor biraz ama olsun. çay içirmeyi de başardı bana. tebrik ediyoruz kendisini burdan.
sakalları kestirdim, adama döndüm, banyo yaptım, bir saat sürmüştür en az, özlemişim. yeğenimi kucağıma almayı çok özlemiştim, iki koltuk altından tutup, alırken biraz acıdı elim, babam "acıdıysa alayım" dedi, ama yok vermedim...
3 Nisan 2007 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)